3 Haziran 2015 Çarşamba

Tarihin Fısıltısı

 

       Tarihe neden ilgi duyuyoruz? Geçmişte yaşamış olan insanları anlamaya çalışıyoruz. Onlardan bugünümüzü aydınlatacak işaretler almak istiyoruz. Daha önce bu dünyadan geçmişleri, yaşayıp ölmüşleri anlarsak kendi hayatımızın anlamını bulabileceğimizi umuyoruz. Ama olmuyor. Bunu yaparken bazı önemli noktaları gözden kaçırıyoruz. 
       Bir tarih kitabını karıştırırken, müzelerin soğuk atmosferinde sessizce dolaşırken, ören yerlerini ziyaret ettiğimizde yaşamış bir şeylerle değil ölmüş birşeylerle karşılaşma enerjisi taşıyoruz. Evet geçmişle ilişki kurmak için sakin ve dingin bir enerjiye ihtiyaç duyuyoruz, anlıyorum. Ama ya öyle değilse?  
       Bir ruhu anlamak için o ruhu hissetmek gerekmez mi? O halde ruh çağırmalıyız belki de. Bir mezarlıktaymışcasına sessiz sedasız,  ölmüşleri ziyaret etmek yerine onlara biraz canımızdan üflemeliyiz. O insanlar öldüler evet ama öncesinde yaşadılar. Ölümlerinden de öğrenilecek çok şey var tabi ama yaşamlarını anlamak istiyorsak ortama biraz ruh katmalıyız.       
       Yıkılmış kentlerini gezdiğimiz hiç kimse yaşarken o yollarda bizim gibi sakince gezmemiştir belki. Kim bilir ne telaşlar adımlamdı, ne heyecanlar midede kelebek oldu Bergama'nın agorasında, Perge'nin stadyumunda Efes'in akropolünde, yamaç evlerinde, Topkapı'nın dairelerinde, Side'nin tiyatrosunda...
       İşte bu noktada devreye tüm ihtişamı ve gerçekliğiyle sanat giriyor dostarım. Çünkü hayal etmek, tüm çağlarda varolduğunu hissetmenin tek yoluydu. Ve hayal etmek "tüm çağlarda varolma" nın da tek yolu. Her kafa, her kalp farklı çalışır. Algı ve hayal gücü kişiye özeldir. Bir sanat eseriyle karşı karşıya gelen her insana sadece ona söylenmesi gereken bir varoluş biçimi fısıldanır sanki.  Bir tiyatro oyununun, bir konserin, bir dans gösterisinin ya da bizzat görev alacağınız bir sanatsal atölyenin bu 1000 yıllık şehirlerden birinde, sahnede, stadyumda, agorada, müzede, tüm kentte gerçekleştiğini gözlerinizin önüne getirdiğinizde bile heyecanınız yükselmiyor mu? Böyle etkinliklerle ha deyince karşılaşamıyoruz tabi. 
        Ben duyumsamak için ne mi yapıyorum? En son Efes'e gittiğimde tiyatroda bağıra çağıra son sesim ve enerjimle şarkı söyledim. Kimse deli demedi. Aksine enerjinin yükseldiğini hissettim. İnsanlar ölü ziyaretini bırakıp yüksek sesle konuşmaya, gülmeye, koşmaya eğlenmeye başladılar. Bir anda o ölü kentin ölü tiyatrosu canlı enerjiyle doldu. İşte öyle anlarda  canlanan ölüler kulağınıza duymak istediklerinizi belki de duymaktan korktuklarınızı fısıldıyor. Duyduklarım benimdir. Söylesem de işinize yaramaz çünkü onları ben duydum. Sizin de tarihten bizzat işitecekleriniz var. 
      Ölü sandığınız yerleri canlandırmaya karar verdiğinizde kulaklarınızı da dört açın.

Sağ ve mutlu günler dilerim...

 Emek B.U.