10 Eylül 2010 Cuma

Dünyanın ortasında tek...


dünyamın orta yeri ...
tek başınalık yeri...

güneş vurmuş yüzüme , rüzgara bulanmış hüzünle
bir bakış gelmiş, kurulmuş...saltanat sürüyor...

dünyamın orta yeri,
dünyanın bırakıp gittiği yer...

16 Temmuz 2010 Cuma

..........................




Güneşsizlikten soldu bu defa ruhum...
gökkuşağı istiyorum tenimde... Biberinden ısırmıştım toprağı,
ondan mı dilimin ucunda sevdadan acılar ?  
Göğe kaldırsam başımı burnumun direği yine de sızlar mı ?
Güneş olsun, o soldursun çiçekten örtümü...
 Şebnemli yapraklarımı çok sarsmasın rüzgar, küçük bir öpücük o kadar...

1 Temmuz 2010 Perşembe

....

Yeşil kadifenin altında metruk evlerin boş odalarını dolduran ikindi güneşiydi kalbi...
Güzele vurdu yine ,toprak havalanırken ışıldadı kuzey yıldızı...iyi uykular...bir gün yine görüşürüz kaçak ....

6 Mayıs 2010 Perşembe

Yatıya kalıyor bende aşkın...


Oysa bir kahve içeceğiz birlikte ve gidecek sanıyordum ben.

Her sefer böyle ,pencere önü koltuklarına ilişiyoruz

ben bir de benim sana aşkım...

Son yudumunda kahvenin,birazdan gidecek korkusuyla

izlerken aşkın güzel yüzünü

elini getirip koyuyor ellerime

Göğsüme götürüyoruz ve seriyoruz göğsüme ellerimizi...

Yatıya kalıyor göğsümde aşkın...

Gittiğinde şevkatle serdiği elim göğsümde,kalakalıyorum
                                        
                                                          aşksız , odamda...

Bu oda bomboş aslında....




Ne duvarda bir resim var ne yığılacak bir yatak

Üstü mü açık? Hava alıyor bir yerden...

Gözümde bir gram uyku laciverdi,o da az önce kaçıverdi...

Uyunmazsa ne yapılır sabahın beşinde her yerinden hava alan bir odada ,

Zihnim böyle havasızken ?

21 Ocak 2010 Perşembe


Canım istiyor mu yaşamak... iştahım var mı?
Bilmem belki de...
Beni sırtımdan vuracaksın bir gün biliyorum ...hazırlıklıyım galiba..sadece öylece bakacağım ama bu konuda
kendimi hiç yanıltmadım...ürkek bir çığlık atarım belki de ...
çok yürüdüm..hep yürüdüm .
vardım mı ?
canım acıyor ..bacaklarım zembereğinden boşanmışçasına yürümeye devam ediyor...
Ben bilmesem de onlar yolu biliyorlar...öyle mi gerçekten? Öyle olduğuna inansam ne olur ki...
Bacaklarımın temeli sağlamdır benim ,ne memleketler gezdik öyle ya...
Planlarım var yaşamdan sonrasına dair...
Avucumda çizili krokisi ,anlamak için ne yapmalı?
İştahımı dengelemeye çalışıyorum ,uykunun kalorisini bilen var mı ?

RUHLAR HAPİSHANESİNDEN...



  Kelimeler anlamsız...  Uğruna herşeyi geride bırakabileceğim bir hayat ya da hayal yok...hiç bir yerdeyim...Sarmaşıklar büyüyor kalbimden, her yerdeler tüm duvarlarım sarma- şık...küçücük eski bir pencerem kaldı oturup beklenecek...her kelimemde, her nefes alışımda göğsümle birlikte yükseliyorlar...hiç bir yerde...
Elimi bırak ...engel olamayacaksın düşüşüme .....benimle gelmek istemez hiç bir ruh bu yolculuğa ...sarmaşıklar dışında ....sarmaşıklar sever karanlığımı, aranmamışlığımı,görünmezli
ğimi,karmaşıklığımı...
Ellerini de götürebilsem ...senin bir adın olmasa sonra...sarmaşıklarla olabilsen benim için...
Kendimi saklıyorum kimse için...
Anlaşılır mı bilmiyorum, benim susuzluğum toprağa ...oysa ruhun kelepçesi gökyüzünde...hep her yöne çekilebilecek anlamsız ,anlamlı,anlamı örtük belirsiz cümleler...böyle ...sadece ben anlayabileyim diye... başkası anlayabilirmiş gibi sanki...
Güneş doğarken karşılaşırız...sarılırız geçmiş gibi...yine gel hiç bir yere.....

10 Ocak 2010 Pazar

...



İnanmak ,kani olmak güzel şey...ve fani olmak ...Ama köleliği gerektiriyor...Oysa benim yaşadığımı hissetmem gerekiyor.
Çünkü...ö l ü y o ru m...yavaş yavaş ve hızla...kendimi öldürüyorum...çevremi, doğayı...doğamı... çevremdeki çoğu şeyi ölülerden seçiyorum...ölülere ihtiyacım var;yaşadığımı hatırlamak için...ve unutkan adımlarla ölüme yürüdüğümü...Yumuşak bir havlunun soğuk ,ölü tüylerini avucumda hissetmeliyim ,her ıslandığında ölmekte olan ve henüz sıcak avuçlarımda...Ölü bir ağaç, masa olmalı bana üzerinde ölü hayvanları ve bitkileri yemeliyim..İnsanım ben...Dünyanın kendisi için tasarlandını sanan gafilim...Doğadan sökülüp makyaj yapılmış taşlara basmalıyım üstünde adımlarımın titreşimini hissetmek için..yaşayan bir ölü olmak için...
Motor seslerine ihtiyacım var,doğanın öldürücü ritmine kulaklarımı tıkamak için...Yerküreden yükselen ışıklara ihtiyacım var ama önümü görmekten çok yıldızları,evreni kosmosu unutmak için...Yaşadığımı ve öleceğimi hatırlamamalıyım ... Sanata ihtiyacım var...şiirlere...anlam bulmam için...ama reddederim.. yine insan olduğum, için anlamsızlığın acısını çekmek isterim çünkü...
Ve canlılara ihtiyacım var ...unutmak için de...hatırlamak için de ...aynı zamanda ölülüğümün kanıtı onlar...

Yaşayan ölüler...yaşarken ölüler...

Duru belleğim bana neden oyunlar oynasın ki diyordum tam bu sırada ...Neden geçmişten sesler duyuyorum ki gelecek varsa ...ama eğer yoksa..ben de yokum.Geçmiş, gelecekti bir vakitler...Geldi ...Zihnim yine ölülüğüme odaklıydı anlamadım...geçmiş oldu...geçmiş olsun...
Avuçlarımdan ve ayak tabanlarımdan bir örümcek gibi dünyaya bağlıyım...Ölü yerlere basıyorum...Altımda dönen canlıyı hatırlıyorum sonra ...: o da yaşayan bir ölü!
Tanrım kaç yüzümüz var bizim böyle ...senin kaç yüzün var? kaçımızın tanrısısın sen ve kaçımızın başka bir tanrısı var? Benim yüce yaratıcım DOĞA ... Senin ismini heceliyorum ... isimsiz algılayamayan varlık ben... ve diğer yaşayan ölüler...etiketlemeden izah kabul etmeyen zihinleriz...Senin o yüzden bir adın var...
Oysa...
Evrenin enerjisine katılmak ve benliğimi yok etmek...Önemsizliğiyle önemli olmak...Kutsal bir yaşam varsa bu değil midir?